Üç kere Balıklı Rum’a, iki kere Lape’ye yattım yavrum ama akıllı çıktım
O kadar gergin ki ortalık…
O kadar üzgünüz ki hepimiz…İstedim ki biri, damardan gerçek biri, bizi alsın, bir süreliğine başka bir yere götürsün. O tabii, yeni albümü çıkan Yıldız Tilbe’den başka biri olamazdı. Gerçekten nevi şahsına münhasır. Hani dizilerdeki kadınlar ne kadar birbirine benziyorsa, o da, o kadar benzersiz. Ve bu, onu eşsiz kılıyor. Her daim uçlarda yaşıyor. Biraz yabani, biraz yalnız. Ama açık, net, şeffaf, hatta çıplak. Fakat kolay ulaşamadım ona… Yıldız Tilbe…
Bu, Yıldız Tilbe’yle ilk röportajım. Ama anladım ki, son röportajım olmayacak. Onunla kahve eşliğinde hayattan, aşktan, yalnızlıktan, erkeklerden söz etmek güzel… Tekrarlamak isterim… Bu sahici kadının gözlerine tekrar bakmak isterim…
Kendinden memnun musun?
– Genel olarak evet. Kişisel memnuniyetsizliklerim var tabii, “Az ye!” diyorum, çok yiyorum, “Beş tane iç şu mereti!” diyorum daha fazla içiyorum. Ama onun dışında kendimle barışığım…
Üzerine giydirilen imaja itirazın var mı?
– Benim üstüme hiçbir imaj giydirilmez ki! Durmaz çünkü. Akar gider. İmaj-mimaj sökmez bana…
Peki bütün potansiyelini yansıttığını düşünüyor musun?
– Nerdeee? Tabii ki yansıtamıyorum.
Neler yapmak isterdin?
– Kendime daha hâkim olmayı isterdim. Ama işte olmuyor. Sonuçta Türkiyeliyiz. Biraz kendini salmışlık var.
Bu kadar çok sevilmeyi neye bağlıyorsun?
– Neye bağlayacağım? Şarkılarıma. O şarkılar insanlarla aramda köprü. Hep öyledir ya, birine âşık oluruz, bir kaset koyarız. Sevindiğimiz zaman onunla dans ederiz, üzüldüğümüz zaman onunla ağlarız. Benim şarkılarım biraz öyle şarkılar olduğu için beni, kendilerinden görüyorlar. Geçen gün yolda biri diyor ki, “Ben senin şarkılarınla neler yaşadım biliyor musun?” Nereden bileceğim! Ama o âşıkken, acı çekerken beni dinliyor. Çünkü o duyguyu çıkarıp koymuşum önüne. Evli bir adama âşık mesela, gizli aşk yaşıyor, içi yanıyor… Kaç kadın söyleyebilir ki? Söyleyince hepsinin dili oluyorum. Ben, insanların ortak diliyim.
Ben seni damardan ‘gerçek’ buluyorum. İnsanın dudağını uçuklatacak kadar ‘çıplak’ duruyorsun herkesin önünde…
– Ya sorma, biraz kontrolsüzüm…
Biraz? Nasıl bu kadar çıplak kalabiliyorsun?
– Çünkü böyle rahat edebiliyorum. Yapamıyorum öbür türlü. Kontrolle bir yere kadar gidebiliyorum. Bir sınır var ondan sonra, hoşçakaaal. Nasıl geliyorsa içimden öyle yaşıyorum. Beni Allah koruyor.
İKİMİZ DE SARHOŞTUK
‘Delikanlım’, Uzay Heparı için miydi?
– Asla öyle bir şey yok…
Ama üzerine öyle yapıştı kaldı…
– Ay kaldı ki ne kaldı! Allah rahmet eylesin. Olacak iş değil ya. Geçen gün Zeynep Tunuslu’yu gördüm, onunla da konuştuk. “Ay” dedim, “Bir kere, ikimiz de sarhoştuk, bir b.k yedik, üstümüze yapıştı kaldı…”
Ne dedi Zeynep?
– Hiçbir şey, ne diyecek. Güldü geçti…
Peki bütün o Sezen’le kavgalar, Aysel Gürel’le dalaşmalar… Uzay’la ilgili değil miydi?
– Yok öyle bir şey. Bir şeyler oldu bittiyse de orada kaldı.
Kavga-mavga olmadı yani?
– Yok hiçbir zaman kavga etmedik.
DANS DEDİĞİN SALLANMAK DEĞİL Mİ?
Senin dans etmene de bayılıyorum. Daha doğrusu edememene…
– Dans dediğin, sallanmak değil mi sonuçta? Vücudun, müziğe göre devinmesi. Ben de onu yapıyorum.
Bazen uymadığı oluyor ama müziğe…
– Yok ben uyuyorum. Benim vücudum orada enstrüman oluyor, ben ritmi bedenimle yakalıyorum. Yakalayamayan sizsiniz!
HER ŞEY GECEKONDUDA BAŞLADI
Bu kadar damardan yazabilme yeteneği nereden geliyor?
– Her şey yaradılış.
Senin sinir uçların mı açık?
– Doğrudur. Ben hassasım. O da iyi bir şey değil. Ama işte her şey, galiba olması gerektiği gibi. Demek ki şarkıcı olmam gerekiyormuş.
Şarkıcı olmanın hikâyesi nedir?
– Çocukluğumdan başlıyor. Biz gecekonduda oturuyorduk. Mahallemizde elektrik yoktu. Televizyon izleyeceğim diye akşamları 4-5 mahalle öteye gidiyordum. Sonra da geceleri eve dönerken korkudan ödüm patlıyordu. Var gücümle bağıra bağıra şarkı söylüyordum. Duyan ışığını yakıyordu. Sonunda annem çıkıyordu, “Gel gel, bağırma, herkesi uyandıracaksın!” diyordu. İşte şarkıcılık aşkı böyle başladı. Sonra mahalle düğünlerinde söylemeye başladım. Ablalarım plak dinliyordu, onların dinlediği şarkıları ezberliyordum. Yani bu, çocukluğumdan beri yaptığım bir şey aslında. Sonra evlendim, ekonomik durumumuz kötüydü, tek yapabildiğim şey bu, “Bari şarkıcı olayım!” dedim.
17 YAŞINDA ANNE OLDUM
Bir dönem evlere temizliğe gittiğin yazıldı çizildi, öyle mi?
– O yalan. Çocuk bakıcılığı yaptım, temizlikçi diye yazdılar. Önemli değil. Gündelikçilik de yapmış olabilirdim. Ne fark eder ki.
İyi çocuk bakar mısın bari?
– Yok canım. Ben bir tane doğurdum. Annem dedi ki “İkinciyi doğurma! Sen bakamazsın!” Gerçekten kızıma ailem baktı. Ben 17 yaşında doğurdum. Annem bana ‘doğurmuş kız’ derdi. Kadın olmamıştım, çocuktum henüz…
HEM DOĞU’YUM HEM BATI
Geriye dönelim… Tunceli’den İzmir’e göç eden ailenin hikâyesine…
– Annem Tuncelili, babam Ağrılı. Adana’da karşılaşmışlar. Oradan da İzmir’e gelmişler, biz olmuşuz… Ben kendimi İzmirli sayarım. Ama bir taraftan da Türkiyeli’yim. Hem Doğu’yum hem Batı’yım.
Altı çocuklu yoksul bir ailede büyümek yaratıcılığı zorlamak açısından şans mı, şanssızlık mı? –
Şans tabii. Yokluk, insanı tırmalamaya zorlar. Her şeyin varsa, niye uğraşacaksın ki? Yine dünyaya gelsem yine aynı annenin, babanın çocuğu olmak isterdim.
Gözünü kapattığında en çok hangi zamanlar aklına geliyor?
– Bayramlar. Annem bir aşure yapardı, bir ay önceden bilmem kaç mahalle öteden gelir, tencerelerini kapının önüne bırakırlardı, eli o kadar lezzetliydi. Kazanla yapar, herkese dağıtırdı. Bayramlarda da baklava yapardı. Sabahları biz altı kardeş sıraya girerdik, annemle babamın elini öperdik. En ufak bendim. Çok özledim onları. 22’imde annemi, 34’ümde de babamı kaybettim.
Annen neden vefat etti?
– Altı çocuk büyütmüş, emekçi bir kadındı. Yorulmuştu. Hayat yormuştu onu. 57 yaşında öldü. Yıldız Tilbe olduğumu görmedi. Oysa çok istediği bir şeydi. Anne tarafımla baba tarafımın hiç alakası yoktur. Baba tarafımın hepsi kapalı. Anne tarafımsa açık. Anne tarafım Alevi, açık görüşlü, baba tarafımsa hepsi kara çarşaflı. Anne tarafımda bir aydınlık var. Aleviler öyledir hayatım. Annem de öyleydi. Hep şarkı söyledim ben. O da beni destekledi. Bütün teyze kızlarım saz çalıp söyler. Bana da bulaştı tabii…
Diğer beş kardeşin ne oldu?
– Biri yurtdışında, ikisi İstanbul’da, biri İzmit’te, biri İzmir’de. Hepsiyle görüşüyorum.
ADAM, AYNADA KENDİNE FAZLA BAKSA DELİRİRİM!
49’sun. 100’ün yarısına bir kala. Nasıl bakıyorsun hayata?
– İnsanoğlu acayip. 25’ken kendimi 100 yaşında gibi hissediyordum. Şimdi içimdeki rüzgâr daha genç. Ne acı… Dışım ihtiyarlıyor, içim gençleşiyor.
Artık nasıl bir kadınsın?
– Daha olgun oluyor insan. Korkuların azalıyor. 10 yıl önce beni intihara sürükleyecek şeyler, şimdi o kadar önemli değil.
Bir sürü yakıştırma yapılıyor. Edith Piaf, Amy Winehouse, kadın Ahmet Kaya, Aysel Gürel…
– Ne münasebet hiçbiriyle alakam yok. Yıldız Tilbe’yim ben! Herkesten bir tane var.
Sen insanlarda sanki böyle uçurumlarda gezinen bir kadın hissi uyandırıyorsun…
– O doğru bak, öyleyim.
15 yıldır hayatında biri yokken nasıl üretken oluyorsun?
– Yüzmeyi bildikten sonra, hayatında biri olması gerekmiyor ki, sen o duyguları biliyorsun, yazıyorsun o şarkıları… Ama hayatında biri varken daha derine gidebiliyorsun, fark o…
Aşksız kalmak koymuyor mu sana?
– Oluyorum ara sıra âşık. Ama platonik. Fakat çok kıskancım. Birini beğeniyorum diyelim uzaktan. Adamın onu beğendiğimden haberi bile yok. Ben ise, onun beni aldatma ihtimali üzerine, onu öldürme planları kurmaya başlıyorum. Düşün yani! Normal olmadığım kesin!
Aldatmayla neyi kast ediyorsun?
– Başkasına bakma da benim için aldatma. Hatta, aynada kendine fazla baksa delilirim!
E korkutursun sen erkekleri o zaman…
– Öyle oluyor maalesef. Bana benim gibi biri lazım, o da yok.
Sen hiç terapiye falan gittin mi?
– Üç kere Balıklı Rum’a, iki kere Lape’ye yattım yavrum. Ama akıllı çıktım Allah’a bin şükür!
Ne diyor terapistler bunları anlatınca?
– Terapistle böyle konuşmuyorum tabii. Kucağımda bir kutu mendil ağlıyorum. Zaten artık gitmiyorum. Ne anlatacağım terapiste? Ne diyeceğim? Ya da o bana ne yapabilir? Ne der de beni sakinleştirir? İnsan, yalnız şu hayatta. Kim olursa, derdi ne olursa olsun, kendi halletmek zorunda.
ORTA 1’DEN TERKİM
Bunca yıl, gürültüde kaynayıp gitmedin. Bir şekilde var olmayı becerdin…
– Çünkü hep olduğum gibi durdum.
Eğitim?
– Orta 1’den terkim. Bana tokat atan bir öğretmen yüzünden okulu bıraktım. Kulağımın zarı patlıyordu neredeyse. Nefret ettim okuldan. Oysa çok seviyordum. Düşüyordum, dizlerim kanıyordu, yine gidiyordum. Liseliler tuvalette sigara içiyordu. Onlar çıktı, ben ellerimi yıkıyordum, ben içiyorum sandı. İçmiyordum halbuki o zaman. O tokat yüzünden bir daha gitmedim.
Senin bir tarafın filozof gibi…
– Çok okurum ondan.
Sen hep mi derindin?
– Belki de. Ama bu, her zaman iyi bir şey değildir. Babam derin bir adamdı, annem de öyle. Hep aşk içindelerdi…
Aileninki gibi bir ilişkin oldu mu?
– Hepsi öyle başladı, hiçbiri öyle çıkmadı. Bundan sonra da olmaz!
Neden?
– E sanmıyorum artık, sanacak yerlerim yok. Yani bitti. Kızım artık her şeyim. Torunum da oldu. E tamamdır. Ben, kızımı 17’mde doğurdum. Olgun olamadım hiçbir zaman. Bir şey olduğunda, elim ayağım titrerdi. O ağlardı ben onu kapıp sokağa koşardım, “Bu niye ağlıyor, bir şey mi var?” diye.
Onda da müzik geni var mı?
– İzin vermedim bu âleme girmesine. Daha düzgün, daha sıradan bir hayatı olsun istedim ki, yaşadığını anlayabilsin. Bir evi, düzeni olsun…
Senin evin düzenin olmadı mı?
– Var ama başka türlü oldu benim için her şey. Zor bir hayattı.
Senin bize bu duyguları iletebilmen için belki de öyle yaşaman gerekiyordu.
– Böyle olmalıymışım demek. Ben, aldatılmalıymışım, sevdiğimde ulaşamamalıymışım ki bu şarkıları yazabileyim.
İNANÇSIZLAR DA İNANÇLI
Bütün erkeklerde sence ihanet etme potansiyeli var mı?
– Allah’tan korkmayan her erkekte var. Allah’tan korkuyorsa, ihanet etmiyor. Ama Allah’tan korkmuyorsa, o zaman kadından da korkmuyor!
Peki bunca yıl bu kadar derin duygular, farklı ruh halleri dünyasında gezinmek yorucu ve yıpratıcı değil mi?
– Her balığın indiği bir derinlik var ya, ben de böyleyim işte. Allah beni bu duruma göre yaratmış.
Çok mu inançlısın sen?
– İnanç bir gerçeklik. İnançsızlar da, inanmadıklarına inanıyorlar. O da bir inanç yani. İnançsız hiçbir şey olmaz. İnançsızlığın bile inanca ihtiyacı var.
ÖNCE EVLİ BİR ADAMA ÂŞIK OLDUM SONRA KANSER
Boyun eğmeyen, dikine çıkan, eğilip bükülmeyen, dürüst, net, dobra delikanlı kadın. Bu tanımlar hoşuna gidiyor mu?
– Kimin gitmez?
Gerçekten söylendiği kadar filtresiz misin?
– Net olmaya çalışıyorum. Açık olmaya çalışıyorum. Çünkü o zaman rahat edebiliyorum. Benim annem hale giderdi. Ki halde kadın göremezsin. 100 kiloluk çuvalları sırtıyla indirirdi. Hayatı boyunca yalnızdı annem. Mesela bizim mahallede, akşam olunca kadınlar böyle köşe başında otururlardı. Biri örgü örer, öteki çay getirir filan. Annem hiç girmezdi aralarına. Böyle yetiştik. Her işini kendi yapmaya çalışan erkek gibi bir kadındı annem. Babam da yiğit bir adamdı. Ben de kendi kendine yeten bir kadın oldum. Annem mesela aç kalırdı, kimseden bir şey istemezdi. Yemeğini, yağsız tuzsuz yapar yerdi. Bir komşudan bir dirhem tuz istemezdi annem. Öyle bir kadındı. Kimsenin dedikodusunu duyamazdın annemden.
Yıldız senin gerçek adın mı?
– Gerçek adım soyadım. Adımla soyadımı çok yakıştırıyorum, hep uzun uzun harfleri.
Bir dönem kanserle de boğuştun…
– Evet, boğuştum. Âşık oldum hayatım, köpek gibi. Adam evli çıktı, benim değildi. Çok üzüldüm. Ölüyordum. Şaka değil! Onu düşündüğüm zaman içimde bir şey vardı büyüyordu, hissediyordum. Bir gittim hasta çıktım, iyi mi? Hastaneye yattım, düşünmemeye çalıştım, attım attım o içimdeki kötü şeyi elimden geldiğince. Sonra adamı unuttum, rahatladım Allah’ıma bin şükür. Âşık oldum mu, çok derin yaşıyorum aşkı. Yine öyle sevebilirim. Ama kimseyi öyle sevmek istemiyorum.
Adam n’aptı peki?
– Boyu devrilesice, n’apacak? Evine döndü her evli erkek gibi. Evli erkekler, bekâr erkeklerden daha cüretkâr ve cesaretli kadınlara karşı. Ve daha yalancılar… Adam hem sevgilisini mahvediyor hem karısını… Sonra hiçbir şey olmamış gibi evine dönüyor.
Peki sen aşk defterini n’aptın, kapatmışsın gibi konuşuyorsun…
– Babam öldüğünden beri kimse yok. 89’dan beri hiç kimse girmedi hayatıma.
Nasıl yani? 15 yıldır mı?
– Evet. Alıştım da.
Hayat geçer mi böyle?
-Tanıdıklarım diyor ki, “Çüklü Ayşe gibi bakma!” Artık nasıl bakıyorsam… Cilve yok, işve yok. Sibel Can’a bayılıyorum her yerinden cilve akıyor kadının. Öyle olamadım hiçbir zaman. Yapamıyorum. Unuttum bazı şeyleri. Kilitledim. Ruhen çok istiyorum. Babam gibi bir adam arıyorum. Nerede öyle saf… Yok ki.
Genç sevgili yapsan?
– Ay uğraşamam, meme mi vereceğim? Bu saatten sonra sinirlendirir beni genç. Olgun olması beni anlaması lazım…
Yaşlı da seni sıkar…
– Yaşlı değil de aklı başında, ne bileyim Allah bilir gene de…
Sen eğlenceli de bir kadınsın değil mi?
– Aslında hoşumdur. Sadık bir köpeğimdir.
Senin bir adamı aldattığın olmaz mı?
-Delirdin mi? Bak bacaklarıma… Sedef dolu. 15 yaşımdaki ilk aşkımdan kaldı bu yaralarım, hâlâ geçmedi. Beni terk ettiği için çıktı.
Biri için kanser oldun. Öbürü için sedef çıkarttın. Başka?
– (Gülüyor) Artık sevmeyeceğim!!!
YALNIZ DEĞİLİM SAHİBİM ALLAH
Babam ölürken, hasta yatağındadedim ki, “Baba sen gidersen biz ne yapacağız? Sen bizi kime bırakıp gidiyorsun?” “Kızım, sahibiniz Allah’tır!” dedi. Evet, haklıydı. Benim sahibim Allah. Sahipsiz değilim yani. Yalnızmışım gibi görünüyorum ama benim görünmeyen ordularım var…
BELKİ DE BASKIDAN EVLENDİM
Evlenme hikâyen büyük aşk mı?
– Yok ya, çocukluk işte. Kaçtım, üç yıl evli kaldım. Sonra boşandım. Pek büyük bir aşk değilmiş demek ki. Belki baskıdan evlendim. Mesela mini etek giyemiyordum. Evlenince özgür olacaksın zannediyorsun. Annem diyordu ki, “Evlen, kocan götürsün. Evlen, kocan giydirsin!” “Evleneyim o zaman!” dedim. Ama işte, evdeki hesap çarşıya uymadı. Ayrıldım, kızımla İstanbul’a geldim. Sezen’e vokalistlik yaptım. Sonra Kapkara’da çalıştım.
Sezen, seni İzmir’de izliyor değil mi?
– Evet. İzmir’de çalıştığım yere gelmişti. Sesimi beğendi, davet etti. O kadar hayranıydım ki, kızımın adını Sezen koymuşum. Hayır mı diyecektim ona? Hemen İstanbul’a geldim.