PAZAR günü başlayan Levent Gültekin röportajı bugün de devam ediyor. Sizi bilmem, insan Gültekin’in söylediklerini dinleyince umutlanıyor. Bu arada Levent Gültekin diken.com.tr’de yazıyor, röportajın heyecanıyla yazmayı atlamışım, pardon…
Referandum sonuçlarına şaşırmadığınızı yazdınız. Hatta, “İyi oldu!” dediniz. Niye?
– Çünkü siyaset, ne yazık ki, ahlakdışı bir yöntemle yürütüldü. Demokratik bir yarış yoktu. Olmuş olsaydı, sonuca üzülebilirdik ama üzülecek bir durum yok. Bir nedeni bu…
İkincisi?
– Yüzde 51-52 “Hayır” çıksaydı; siyaset, bu 14 yılda yapılan hataların, ekonomideki, eğitimdeki yanlışlarının ve toplumsal barışı bozucu söylemlerin faturasını tamamen “Hayır”cıların üzerine yıkacaktı. Şu anda ellerinde hiçbir koz yok…
Bu yüzden mi bu kadar umutlusunuz?
– Bakın, biz iktidar mücadelesi vermiyoruz. En azından ben, onlardan değilim. Ben AKP gitsin, yerine CHP gelsin demiyorum. ‘Ahmet gitsin, Mehmet gelsin’le işimiz yok. Biz iktidar değil, demokrasi mücadelesi veriyoruz. Özgürlük mücadelesi veriyoruz. Hep birlikte bu ülkede insan gibi yaşama mücadelesi veriyoruz. Yüzde 49’la buna başladık ve bu çok büyük bir başarı. Demek ki, bu ülkede umut varmış. Bu kadar tehdite, hakarete, ötekileştirmeye, devlet imkânını kullanmaya rağmen, bir yüzde 49, vazgeçmedi, direndi. Bu çok önemli bir şey. Ben derim ki, o 49 bu ülkeyi cennet yapabilir! Sadece 49 değil… O 49 gidip, öbür 51’e, “Gel arkadaş! Bu ülkeyi hep beraber cennet yapabiliriz!” diyebilir, bunu diyebilecek durumda. Yüzde 10 olsaydık, “Yok ya, yüzde 90’la nasıl konuşacağız? Onları nasıl ikna edeceğiz?” diyebilirdik. Ben zaten şuna eminim, yüzde 51 de bizden çok farklı düşünmüyor. Onlar da huzur istiyor şu anda, huzursuzlar…
Siz, acaba iflah olmaz bir iyimser misiniz? Bu anlattıklarınız güzel de ne kadar gerçeği yansıtıyor?
– İyimser filan değilim. Ben 49’u niye başarılı görüyorum? Çünkü biz, siyasete el koyduk toplum olarak. Siyasi partilerin yapmadığı bir şey yaptık. Gittik ötekilerle konuşmaya başladık. Atatürkçü gitti, başörtülüyle konuştu. Başörtülü gitti, Alevi’siyle. Alevi’si, Sünni’si, dindarı, Atatürkçüsü, ateistiyle… Yani hepimiz ortak değerde buluşmayı öğrendik. Bu çok büyük bir kazanç bir ülke için. Eğer Türkiye özgürlüğün, eşitliğin, demokrasinin kıymetini anlamayacaksa, iktidarda kimin olduğunun kıymeti yok. Ahmet gitsin, Mehmet gelsin bizi ne ilgilendirir ki. O zaman Tayyip Erdoğan yönetiyormuş ya da Kemal Kılıçdaroğlu olmuş, ne fark eder? Şöyle bir yanlış algı var toplumda, buradan çıkmak gerekiyor…
Nedir o algı?
– Tayyip Erdoğan bir neden değil, bir sonuç. Yani bu ayrımcı, ötekileştirici, kavgacı, inanç- mezhep üzerinden yapılan bir siyasetin sonucu aslında. Ve en berbatı yapılıyor şu anda. Çünkü öyle gördüler. Derler ya, “Babasından ne gördüyse, onu yapıyor!” Çünkü hep bir şekilde dışlandılar, geldi aynısının daha berbatını yapıyorlar! AK Parti, nasıl büyüdüler biliyor musunuz? Kapı kapı dolaştılar ve ne dediler insanlara, ki ben de onlardan biriyim, tek dediğimiz cümle vardı, “Biz sizin bildiğiniz gibi insanlar değiliz!” Bu kadar. “Siz, bizi yanlış görüyorsunuz. Biz barışçıyız, biz ahlaklıyız. Biz doğru düzgün insanlarız ve barış içinde yaşamak istiyoruz. Biz sizinle bu ülkede ortak paydada yaşamak istiyoruz!” Bunu dedik, kapı kapı dolaştık ve insanlar bize inandı. Ben Tayyip Erdoğan ve AK Parti bunu yapabilir zannettim. Yapmadı. Ben de şimdi diyorum ki, “Yapman gerekiyordu! Yapmadığın zaman gidebileceğin bir nokta yok! Türkiye’yi İran yapamazsın!” Ama zaten dünyanın dönüş istikametinde iki şey yok: Din ve etnik köken. Bunu unutun. Ben AK Partililerin çocuklarını biliyorum. Dindar olmuyorlar. Türkiye, İran olmaz yani. Hiçbir şey olmaz. Türkiye ya gerçekten ‘kendi’ olur. Özgürlükçü bir ülke ya da böyle çürümüş bir halde devam eder. Bir ihtimal daha var: Daha da çürür, daha da berbat olur ve hatta bütünüyle çöker!
EKONOMİ ÇÖKECEK
Siz, ekonominin kötüyü gideceğini öngörüyorsunuz…
– Doğru, çökecek diyorum. Ben ekonomist değilim. Ama hepimizin bildiği bir şey var. Bir toplum özgürse üretebilir. Özgür bir toplumda rekabet olur. Özgür bir toplumda farklı fikirler yarışır ve en iyisini bulurlar. Eğer özgürlüğü kısıtlarsanız, o ülke kısırlaşır, üretimden uzak durur. Zaman içinde de ekonomisi çöker. Bir de tabii o toplumda demokrasi olmazsa, bağımsız yargı olmazsa, o ülke işlemez, çark dönmez. Çarkı dönmeyen bir ülkeye de yabancı yatırımcı gelmez, turist de gelmez. Bunların olmayacağı bir ülkede, ekonomi neyle ayakta kalacak ben çok merak ediyorum. Ne yapacaklar? Diyelim ki oluk oluk para akıtacaklar buraya, iyi de çark dönmüyor ki! Ben önümüzü çok parlak görmüyorum yani.
Sizce bir yıl içinde gittikçe kaos mu yaşanacak?
– Gittikçe sıkıntı çekeceğiz. Kendi evlatlarını yiyen bir ülkeye dönüştü Türkiye. Akademisyenlerini yiyor, yetişmiş bütün elemanlarını yiyor. Bir şekilde yiyor. Bunun bir bedeli olacak. Ama öbür taraftan buna bir direnç de gelişiyor. “Bir dakika arkadaş yeter!” diyen ve bir şeylerin farkında olan bir insan kitlesi. Bu, AK Partililerde de yavaş yavaş kabarıyor. Umut ediyorum, köklü bir yıkıntıya gitmeyiz, umut ediyorum bizim başımızı belaya sokmaz bu tek adam rejiminin mantığı. Tümüyle toparlanamayacağımız bir aşamaya götürmez. Bence sadece böyle KHK’larla can sıkıcı işler olacak. Ekonomiyi çeviremeyecekleri için, iç barışı sağlayamayacaklar. Ve ne yazık ki, birliği, bütünlüğü sağlayamayacakları için, gidecek bir yolları da yok. Ben İslamcıları çok iyi tanıyorum. İslamcıların gidebileceği bir yer yok! Ben onlara soruyorum, “Laiklik istemiyorsun, yerine ne koyacaksın?” Duruyor. “Demokrasi olmazsa, ne olacak?” diyorum. Bilmiyor, duruyor. “Batı’yla ilişkisini, saygın bir ülke pozisyonuna sokmasa Türkiye ne olacak?” diyorum. Cevap yok. Bence AK Parti de nereye gideceğini bilmiyor. Şu anda, var olanı yok ediyor. Yerine ne koyacağını bilmiyor! Bundan o kadar eminim ki. Kesin bir bilgi. Ne yapacaklarını bilmedikleri için bize zarar veriyorlar…
BU KUTUPLAŞMA NASIL MI BİTER?
Türkiye’de yıllardır şöyle cümleler kurarlar. “Ey halkım, eğer Kürtlerin istediğini verirsek, bu ülke bölünür!” Dönüyor öbürüne diyor ki, “Ey halkım, eğer Alevilerin istediğini verirsek, bu ülke bölünür!” Dönüyor ötekine, “Ey halkım eğer bu başörtülülerin istediğini verirsek, bu ülke bölünür!” Ben bu cümleyi ters çeviriyorum, siyasetin dilini çevirdiğinizi düşünün. “Ey halkım, eğer Kürtler mutlu olmazsa, bu ülke bölünür! Ey halkım, eğer Aleviler mutlu olmazsa, bu ülke bölünür!” Ey halkım, eğer başörtülüler mutlu olmazsa, bu ülke bölünür!” Cümleyi böyle değiştirelim. Ve o siyaset, toplumun bütününü mutlu etmeyi amaç haline getirsin, biz, o zaman bir yılda bambaşka bir ülke oluruz… Toplum bir yılda bütün kutuplaşmayı bitirir. Siyaset hepimizi çürüttü. Siyaset çok berbat olduğu için, siz gazetecilik yapamıyorsunuz. Ben yazarlık yapamıyorum. Öbürü romanını yazamıyor. Öbürü resmini çizemiyor. Öbürü edebiyatıyla uğraşamıyor. Niye? Çünkü bütün aklımız fikrimiz ülkemizde. Çocuklar ölüyor, nasıl yatalım? Onbinlerce insan işini kaybetti. Nasıl uyuyalım?
ERDOĞANİSTLER VE TAYYİPÇİLER
Erdoğanizm diye bir kavramdan söz ediyorsunuz. O nedir? Tayyipçiler nedir?
– AK Parti diye bir parti yok artık, bunu kabul etmemiz lazım. Erdoğan var ve Erdoğanizm var. Ama seçmen bazında sorarsanız, ben onları ikiye ayırıyorum. Erdoğanistler ve Tayyipçiler. Tayyipçiler, belki yüzde 30-40 diyebileceğimiz bir kesim. Onlar, “Bak bizim uşak hizmet yapıyor. Ama onun önünü kesiyorlar!”a inanan, “Bu ülke Tayyip Erdoğan’la ileri gidebilir” diye düşünen temiz, 1500 lira 2000 lira asgari ücretle geçinen ve bu iktidardan hiçbir çıkarı olmayan, “Gideyim, oradan ihale alayım!” falan filan demeyen bir kesim. Sadece iyi niyetle Tayyip Erdoğan’a inanıyorlar. Ben onlara Tayyipçi diyorum. Bir de Erdoğanistler var. Erdoğanistler ise, çıkar, hesap ve iktidar menfaatleri üzerinden ilişki kuruyorlar. Aslında durumun ne olduğunu biliyorlar fakat çıkarları için seslerini çıkarmıyorlar. O yüzden AK Parti diye bir şey yok. Tayyip Erdoğan var artık. Tayyip Erdoğan’ın var olduğu bir yerde de içeriden muhalefet diye bir şey yok, unutsunlar. Bu, ihtimal dahilinde bile değil…